28 Kasım 2016 Pazartesi

Stefan Zweiglaştıramadıklarımızdan mısınız?


           Geleceğe dair umutlar beslemek insanlığın en başından beri insanlara verilmiş en büyük mutluluk olabilir. Ancak gelecek belirsizleşince, hayatımızı geçilmez bir sis kaplayınca yapabilecek şeylerde sınırlanıyor. Stefan Zweig bu durumda kendine göre doğru olan kaçmayı uzaklaşmayı seçmişti. Hem kendi ülkesinden hemde bu yaşamdan. Belki bir kaç sene daha beklese o sisin dağıldığını görebilirdi. Olmadı. Arkasında bir dolu eser bırakarak terketti bizi. Romantik düşündüğümüzde kendi canını almak güzel görülebilir ancak insanı kendi canını alacak kadar karanlık düşüncelere düşüren şeyleri nedense insanlar pek önemsemez. 
       Şu an öyle bir psikoloji içindeyim. Stefan Zweig'ı kendime yakın hissederdim, ama hiç bu denli yakın hissettiğim olmamıştı. Burada bireysel bir iç sıkıntısından ziyade toplumsal bir iç sıkıntısından bahsediyorum. Her ne kadar arkanızı dönüp kulaklarınızı da kapatsanız elinizin çatlaklarından sızan o korkunç hisler. Ve yapılabilecek hiç bir şeyi olmayan bizler. Yıllar sonra gülmek amaçlı açtığım blog'un böyle karanlık işlerime alet olması gerçekten adaletsizlik. Bu blogda benimle beraber büyüdü sanırım. Hayatın şaka tarafı sonlanmış olabilir. İlerlemeye gücüm var, hissedebiliyorum. Ama sanki biri üstüme oturup her şey başıma devirecek gibi hissediyorum. Kendimi rahatlatmak için yapabileceğim bir şey yok.
           Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi.

12 Ağustos 2014 Salı

Yerel İdareler ve Six Pack

           Acaba bu yaptığım doğru mu diye kendimi sorguladım. Biliyordum sabahın erken saatleri karar almak için pekte iyi saatler değildir ancak halihazırda yapacak hiç bir şeyim yoktu ve bu rezilliği daha fazla çekemezdim. Slayer'lı eski metalci tshirtim ile "Baksi Sport" marka kaprimi üstüme geçirip kendimi evden dışarı attım. Hava hafif rüzgarlı ve ılıktı, nedense böyle havalarda aklıma hep çocukluğumun geçtiği Dikmen sokakları gelir (Paris ya da Viyana yazmamı bekliyordunuz değil mi?). Gençliğin verdiği o tatlı heyecan ile bakkala ekmek almaya iner, para üstü olan sakızlarla eve gelirdim. Sakızın geçerli bir para birimi olmadığını ancak o mahalleden taşındıktan sonra farkettim. Çünkü bakkalımız için bir "Sakız-Euro" kuru vardı ve vereceği para üstlerini kafasında o kura göre hesaplıyordu. 



 Yakalanırsan beni tanımıyorsun evlat! (Temsili Resim)


             Bu kendimi yollara vuruşum aslında sanılandan da eskiye dayanır. Her şey yıllar önce karlı bir şubat gecesi lanetli bir asansörde kalmamla başladı. Geçen her saniyede, her dakikada biraz daha benliğimi kaybediyor, kapıcı abinin gelişini beklerken her bir zerrem titriyordu. Hatırlayamadığım kadar uzun bir süre sonra (yaklaşık 30 saniye) kapıcımızın "La ben size 4 kişiden fazla binmeyin demedim mi lan hasansöre?" nidasıyla kendime geldiğimde ben eski ben değildim. "Ağbii valla 3 kişiyiz !" dediysem de kelimeler ağzımdan bir fısıltı gibi çıktı. Asansörün kapısı açıldığında "Maşallah maşallah dosun gibiymişsiniz la" ile başlayıp "Maşallah maşallah"lar ile devam eden bir tepkiyle karşılaştık. İşte o gün asansöre binen ile inen şahsım birbirinden kattiyetle ayrı kişilerdir. Her asansöre binişimde bir burukluk çöker üzerime, duygulasallaşırım, kapıcınında anasına söverim(Oruspu çocuu). İşte ben bu hacimi azaltmaya o gün karar verdim. Sabah uyanışlarım ve erken saatlerde evden ayrılışlarım daha mantıklı geliyor sanırım artık değil mi sayın okurlar. Çünkü bende her emekli gibi sabah sporu yapıyorum, belediyenin aletleri de bu yolda benim en büyük yardımcım ve düşmanım.



Beklenenler ve Gerçekler ( Temsili Resim)


             Sibirya ovalarından Çin yaylalarına kadar anarşizmin bu kadar derin hissedildiği bir yer varsa o da belediye spor aletleridir. Hiç bir alet gerçek kullanım şekliyle kullanılmaz, her biri aslında farklı amaçlara hizmet eder. Şöyle ki bisikleti koluyla kullanan mı dersin, kendini kaldırma aletine(adını bilememek) market poşetlerini koyup onları mı kaldıran dersin, çift taraflı bacak açma aletinde(hala adını bilememek) hız rekoru denemeleri yapan teyzeler mi dersin. Bel kıvırma aletinde şuursuzca dönen nice teyze gözümün önünde yitip gitti. Onları gördükçe kendimi sorguladım acaba ben miyim yanlış olan diye, zira yaptıkları hareketlerin doğrulundan oldukça emin bir tavır takınmışlardı. Allahım ben kimdim ki bu anarşist(anarşik) düzen işinde varlığımı sürdürebileyim. Öğretmen Kemal gibi yapmayın ağalar etmeyin nineler diye aralarına dalmak istesemde g*tüm yemediğinden(zira emekli dayağı pek olur) çapraz koşu ile oradan uzaklaştım. Çapraz çapraz eve geldiğimde kahvaltı sofrasının kurulu olduğu gördüm, benim gibi aciz bir kulun sucuklu yumurta karşısında kriptonit görmüş süpermen gibi kalması işten bile değil. S*kerün diyetini de belediyesini de diyerek sofraya oturdum. Benim için uzun bir gün olmuştu ve artık hesaplaşma vakti gelmişti.



All You Need Is Sucuklu Yumurta (Temsili Resim)


19 Ocak 2014 Pazar

İşsizliğe Övgü

       "Fatma girik mi ya o? Oha valla o, kartal dövmeli filmi lan hemde". Bunlar genç bünyemin gece kuşağında Flash Tv ile karşılaşınca sarf ettiği cümleler. Son günlerde evden çıkmaz olmuş, televizyon - bilgisayar üçgeninde (üçgen bile kuramıyorum o kadar aktivitesiz, o kadar boş bir insanım) günlerimi geçiriyordum. En büyük sorunum " Evde ekmek var mı ?" ile " Cafer amca ile ayfer teyze çay içmeli mi? " arasında bir yerdeydi. "Daha ne istiyorsun lan?" dediğinizi duyar gibiyim.


Ben ( Temsili Resim )

          Evet, aksiyon istiyorum lan. Şimdi konuya böyle dalınca hiç bir şey anlamadınız gene. Her şey erasmus denen o vaka-i hayriyeden dönmemle başladı. Şimdiye kadar ülkemi kocaman bir ölüm tuzağı olarak gördüğümü hatırlamıyorum ancak bundan sonra göreceğim kesin gibi. Oralara alıştığımdan mıdır bilinmez döndüğümde evden pek çıkasım, insanların arasına karışasım pek gelmedi. Haliyle evde kendi halinde takılan bir tek hücreli terliksi bir canlıya evrildim (geriye doğru evrim?). Bim'e kardeşimi gönderiyorum, evde ekmek kalmadıysa sinirden küçük kardeşimi dövüyorum. Hayırsız evlat gibi oda kapılarını vurup, ergen sesimle evde terör estiriyorum (bonane yoea). Ancak kat'iyen dışarı çıkmıyorum. 


    Google Images'ın ev hayatı yazınca verdiği sonuç (allah kahretsin ki Temsili Resim )



        Bu olayların gerçekleştiği dönemlerde Flash Tv'nin günden güne kanal listesindeki yeri git gide yükselişe geçerken, e2 ve cnbc-e gibi yabancı menşeli kanallar gitgide düşmekteydi, televizyon izlerken gerçekten keyif almaya başladığımı hissetmiştim. Flash tv bedenimi ele geçirmiş, beni yürüyen bir türkü programına (hapishaneli) çevirmişti. Ana haber bültenlerini Flash tv'den takip ediyor, kabak kabuğunun insan cildine iyi geldiğini ilk kez oradan öğreniyordum. Flash tv'nin gece kuşağından Digitab marka 7 inch dokunmatik telefon tablet laptop (3'ü aynı bünyede) almıştım. Tüm gün evde kasan tabletimle geziyor, içindeki yüklü sureleri evde yüksek sesle dinliyor, kasan Angry Birds oynuyordum. Sonunda kuşların neden bu kadar sinirli olduğunu anlamıştım. Digitab marka 7 inch dokunmatik telefon tablet laptopumun yanında hediye olarak gelen kulaklığı 2 gün sonra tek kulaktan ses gelir hale gelmiş ve beni her şeyi sadece davul ve back vokal olarak dinlemeye mahkum etmişti. Ama halimden memnun olmadığımı kimse söyleyemezdi. Zira bu güzel cihaza sadece 249 lira gibi güzel bir fiyata sahip olmuştum, hatta reklamlarda denilene göre kısa bir süreli kampanyaydı ve şansım sayesinde arayan ilk 100 kişiden biri olmuştum hemde gecenin 3'ünde. Gerçekten inanılmaz bir şansdı.


In Yalçın We Trust (Temsili Resim)


             Artık hayatımda Yalçın adında bir abim vardı, kendisi haber sunuyor, insanları evlendiriyor, kavga ayırıyor, insanları daha bir insan olmaya çağırıyordu. Onun çağrısına karşı gelemezdim, bunu o güzel insana yapamazdım, lanet olsun! Kararımı vermiştim, Flash Tv'nin Bakırköy stüdyolarına gidip bu güzel ekibi tanımalı, Yalçın abimi yerinde görmeliydim. Kendimi bir anda internette otobüs bileti ararken buldum. İşte gerçek o an yüzüme vurdu, benim bu güzel insanlarla tanışmamı sağlayan eve bağımlılığım, aynı zamanda beni o güzel insanlardan ayıran bir duvar olmuştu önümde. Daha 10 metre ötedeki Bim'e gidemeyen ben nasıl olacaktı da farklı bir vilayete, bambaşka bir diyara gidecektim. 

           Sorunlarım bunla da sınırlı değildi, işin kötü yanı evde ekmek bitmişti ve karnım acıkmaya başlamıştı. Etrafta ne Bim'e gönderilecek bir kardeş, ne de bende Bim'e inecek ability(?) yoktu. Şansıma lanet edip günlük siestamı yapmaya karar verdim. Rüyamda Yalçın abi ve Gerçek Kesitten Sarı Bıyık Bimdeydi ve bana gel gel yapıyorlardı. Terler içinde ve aç bir mideyle sıçradım divandan. Televizyonda kaynanasına işkence yapan gelin vardı. Benim midem boştu.Ve Bim'in kapanmasına 15 dakika vardı. Aceleyle ayakkabılarımın üstüne bastım, koşa koşa kendimi Bim'in o rafsız futuristik koridorlarına attım.

          Ekmekleri mıncıklayıp 2 tanesini poşete attıktan sonra kasaya yöneldim, sahi bu kasiyerin bu kadar sarı bıyıkları var mıydı? Yok canım ya bana öyle geliyor. Yeni mi geldi lan bu adam? demeye kalmadan durumun farkına vardım, sarı bıyık tam karşımdaydı. Bim'in orta yerinde o, ben ve kasanın yanındaki çokokrem çakması çikolatalar. Tolstoy, Dostoyevski olsa o anın tasvirini yaklaşık iki cilt yapabilir ancak şahsımdaki yüklem, özne ve bağlaç eksikleri ile bu kadar yazabilmiş olmayı bile başarı olarak görüyorum. Her neyse, nefesim hızlanmış, ellerim terlemiş, Yalçın abin(m)in yalan makinasına girmiş kadar heyecanlanmıştım. Samsun'dan sararmış bıyıklarının süslediği ağzını açarken, hala karşımdakinin o olduğuna inanamıyor, kendisinin semtimde ne yaptığını kestiremiyordum.

           Bu arada o konuşuyordu ancak ben anlayamıyordum, sahi bu adamın sesi neden kardeşime benziyor? Allah'ım kafayı mı yiyorum ne oluyor. Bariz şekilde kardeşimin sesiydi ancak boğuk ve derinden geliyordu. Sarı bıyığında yüzü de değişmişti artık basbayağı, bir yalçın abi oluyor bir esmeraya dönüşüyor bir sarı bıyığa geri dönüyordu. 

Sanane be slk? (Temsili Resim)


            Göz kapaklarım aralanmaya başladı, karşımda kardeşimin eblek yüzü, elinde ekmek poşeti beni dürtüklüyordu. Rüyanda ne görüyordun abi, kendi kendine sayıklıyordun? diye bir soru yönelttiyse de aceleyle divandan (bu sefer gerçekten) fırlayarak kumandayı elime aldığım gibi Flash Tv'yi silmem bir oldu. O an kötü ruhun bedenden ayrılmasına benzer bir hale yükseldi göğe. Artık özgürdüm ve Bimde indirim vardı. Allah'ım daha ne isteyebilirdim ki ?